doğal doğum , doğum , doğum hikayesi , epiduralsiz normal doğum , fashionsletter , hamilelik , normal doğum , pozitif doğum hikayesi , pril , sinem kocabaş
Doğum Hikayemiz
40+4 e geldiğim 23
Aralık gecesi 7-8 defa sancı benzeri bir ağrı beni uyandırdı ama uykuma devam
edebildim. Sanırım saatte 1 geliyordu. Sabah 7.35’te Uğur işe gitmeden önce 15-20
dakikada bir sancı geliyordu ama emin olamadım. Bütün o doğum sancısı olsa
anlarsın sözleri beynime kazınmıştı. Eşime biraz daha bekleyip öyle işe
gitmesini söyledim ama o kadar normal gözüküyordum ki çok fazla ısrar edemedim.
Uğur tam 2
haftadır yıllık izindeydi. Nedense bebeğin zamanından önce geleceğini düşünüyorduk
ama o bizi yanılttı. İzni 23 Aralık Pazartesi günü bitmişti ve o da ne
yapacağını bilemez halde işe gitmek zorundaydı. Neyse ki o gün 3.15te
randevumuz vardı ve doktorum eğer doğum başlayacak gibi değilse sezaryen kararı
alacaktı. 4 gün önceki randevuda tık yoktu, bu yüzden biraz umutsuzduk ama koca
karı gözüyle karnım inanılmaz bir şekilde aşağı indiği için hala biraz umudumuz
vardı. Normal doğurmayı ölesiye istiyordum.
Uğur gittikten
sonra 10.15e kadar uyudum. Kalktığımda annem çayı koyuyordu. Bu arada annem
Cuma günü yani 2 gün önce gelmişti. Ama son hafta Uğur evde olmasaydı
zorlanırdım, son haftaya kadar hiç kendimi ağırlaşmış ve yemek pişiremeyecek
kadar yorgun hissetmiyordum. Kalktığımda anneme kahvaltıyı hazırlamasında
yardım ettim. 15-20dakikada bir gelen sancılar artık beni ciddi ciddi doğum
sancısı olduğu konusunda düşündürmeye başlamıştı ama hala anlatıldığı kadar
dayanılmaz değildi.
Uğur aradığında
ona galiba bunlar doğum sancısı ama emin değilim eve gel istersen dedim ama
hala kendim için bile yeteri kadar inandırıcı değildim. 12.30da eve gelene
kadar her sancıda önceden öğrendiğim farklı sancı ağrısını azaltma tekniğini ve
nefes egzersizlerini deniyordum ama hiçbiri işe yaramıyordu. İşe
yaramadıklarını gördükçe doğum sancısı olduğundan emin olmaya başladım ama
suratımda sadece ekşi bir ifade oluyordu, onun dışında inlemiyordum bile.
Bu arada Uğur
gelmeden önce duşumu almış, aynada karnımın fotoğrafını çekmiş ama bakım ve
temizlik malzemelerinin olacağı ikinci hastane çantasını hazırlamayı aklıma
bile getirmemiştim. Annem korku dolu gözlerle bana bakıyordu ama ona merak etme
doktor kesin bizi geri gönderir, doğum sancılarım başlamış olsa bile 20
dakikada bir hiçbirşey, yarın sabah belki hastaneye yatırır diyordum.
3.15teki
randevumuza gittiğimde sancılarım hala 20 dakikada bir geliyordu ama beklerken
ses çıkartmamak ya da kıvranmamak için Uğur’un elini sıkıyordum. Bu arada
hastanede el izi uygulaması olduğu için sıraya girmek, önümüze geçen insanlarla
tartışmak ve oldukça uzun bir süre beklemek zorunda kalmıştım. Orada biraz ciyaklasam sanırım herşey
daha kolay hallolurdu.
Doktorun
kapısında beklerken kalabalıktan ötürü muayeneden önce beni nst’ye bağlamaya
karar verdiler. Hemşireye sancım var dedim ama, varsa çıkar zaten dediğinde pek
inandırıcı gözükmediğimi kabullenmiştim. 20 dakika kaldığım nst’de bir sancı
çıktı çünkü hemen öncesinde ve sonrasında birer sancı gelmişti. Hemşire bizi
sancım tutup da geldik sandı muhtemelen ki son haftalarda böyle yalancı
sancılar olur dedi. Doktoruma sabahtan beri sancım olduğunu söylediğimde o da
nst kağıdına baktı ve olur öyle dedi. Muayenede 5cm açıklığım olduğunu
söylediğinde ikimiz de şaşırmıştık. Doğuruyorsun Sinem! dedi.
Aylardır plates
topunun üzerinde yaptığım egzersizlerden çok, sabahtan beri her gelen sancıda
topun üzerinde esneme hareketlerinin bu kadar işe yaradığını düşünüyorum
açıkçası. Çünkü doktorum da 20dakikada bir gelen ve senin doğum sancısı
olduğundan emin bile olmadığın sancıların bu kadar açıklık yapması her zaman
olan bir durum olmadığını söyledi.
Doktorum hemen
yatışını yapıyorum dediğinde çantamı alayım derdine düşmem de ayrı bir
komiklikti. Sanırım heyecandan :)
Aslında başka bir
hastanede doğum yapacaktım ama hem mesai saati içinde olduğu için doktorumun
yanında kalmak istedim hem de doğum çok yakın olduğu için iki süslü çarşaf için
başka bir hastaneye gitmeyi o anda gereksiz buldum. Saat 5.10da yatışım
yapıldı. O sancımı beğenmeyen hemşireye gidip ben doğuruyorum yatışımı
yapabilir miyiz dediğimde dalga geçtiğimi sanmıştır herhalde :)
Lay lay lom kendi
yatışımı kendim yaptım, muhasebedekilere binbir türlü beyin yakıcı soru sordum,
her zamanki gibi ortalığı birbirine kattım ama ne yapayım son dakika
sürprizlerinden hoşlanmıyorum. Herşey benim kontrolüm altında olmalı.
Ben odaya girince
hemşire ve ebeler çeşitli nahoş prosedürleri ve kontrolleri uygulamaya başladı.
Annemi arayıp panik olma ama bizim hastane bavulunu alıp gelebilir misin ben
doğuruyorum da, ya da artık panik olabilirsin anne dedim :)
Annem geldiğinde
Uğur eve gidip eksikleri tamamlarken bana serum ile suni sancı verilmeye
başlandı. İlk 1 saat serum damla şeklinde veriliyordu, çok dayanılmaz değildi.
6.15te serumu damarıma pompalamak için bir makine getirdiler ve maksimuma
çıkarttılar çünkü sancılarım bebeği doğurmama yetecek kadar kuvvetli değildi ve
8cm açıklığım vardı.
O son 1 saati şu
an çok net hatırlamıyorum çünkü 1 dakika sancı 1 dakika dinlenme şeklinde
vaktimi geçiriyor, her sancıda acımı dindirecek birşey bulmaya çalışıyordum ama
gerçekten kötüydü. Doktor kontrolde bebeğin başının biraz yukarıda olduğunu
söyleyip beni kablolardan kurtardı ve bir süre ayakta dolandım. Hemşirelerse
hala gelip beni ayakta gördükçe ne yapıyorsun sen diye kendi prosedürlerini
uygulamaya çalışıyorlardı ama dinlemedim.
Yarım saat
olmamıştı ki artık ısrarlara dayanamayıp yatağa geri yattım. 7.15e kadar
hastane koridorlarından duyulacak kadar bağırdım. Yaklaşık 8-10 defa eşime eğer
ben bağırırsam nefes egzersizlerimi hatırlat demiştim ama her hatırlattığında
onu haşladım. Şimdi gerçekten utanıyorum :) Yine de bütün agresifliğime rağmen beni
öyle iyi idare etti, öyledestek oldu ki bana o olmasa bütün bunlara cesaret
edemezdim.
Her sancıda
inleyip kıvranıp bağırıyor, sancı geçince niye bağırdım yahu dur bir dahakine
nefes tekniğini kullanayım o şekle gireyim bunu yapayım diye kendime talimat
versem de sancı geldiğinde yine kendimden geçip herşeyi unutuyordum. Sanırım
suni sancı yüzünden o kadar dayanılmaz olmuştu herşey. Çünkü kendi sancılarım o
kadar kötü değildi.
10cm’e geldiğimi
söyleyip epidural şansımı çoktan kaybettiğimi söyleyen doktoruma siz bana
bakmayın bağırıyorum ama dayanabilirim epidural istemiyorum aaaaah diyordum.
Hamileliğimin başında epiduralsiz bir doğum istediğimi söylemiştim zaten
doktoruma. Ama o yine de bana ısrar ediyordu, epidural şansımı çoktan
kaybettiğime neredeyse sevinmiştim.
Saat 7’de
hemşireler ohoo daha çok var gece yarısını bulur dediğinin üzerinden sadece bir
saat geçmişti ki Uğura çok yorulduğumu ve sanırım doğumu tamamlayamayacağımı
söyledim. Sorun ağrılar değildi. Kendimde bebeği itecek gücü bulamıyor, o doğum
kanalındayken devam edememekten korkuyordum. Sonra Uğur yanıma geldi, başımı
okşadı. Bana aslında sezaryenden ne kadar korktuğumu hatırlattı. Doktor
başaramayacağını hissederse seni hemen sezaryene alır dedi. Biraz daha konuştuk
ve elimden geldiğince dayanmaya çalıştım.
Doğum hakkında o
kadar çok araştırıp okumuştum ki bütün tıbbi ve teknik süreci biliyordum. Ama
internet bilgi çöplüğü derler ya, çok doğru! Okuduğum onlarca şey arasında
yanlış sayılabilecek eksik bir bilgi varmış meğer. Her yerde doktor ıkın
demeden ıkınmayacaksın, ıkınman gelse bile tutacaksın yoksa bebeğin kafası
şişer yazıyor! 7.15e kadar inanılmaz bir ıkınma hissi geldi ve o andaki
sancılar öyle kuvvetliydi ki zaman zaman çığlık attığım, gözümden yaş geldiği
oldu.
Artık
dayanamayacağımı anladığımda Uğur’a doktoru çağırmasını söyledim. Ne oldu diye
sorduğu an sancı girdi ve cevap veremedim, sadece elimle çabuk hareketi yaptım.
Sonra bekleme salonundaki sesleri duydum, eşim doktor nerdee bir sorun var
galibaa diye ortalığı birbirine karıştırıyordu :) Zavallı kadın üstünü başını
toparlayamadan geldi ne problem var dedi, dedim problem değil de ıkınmam
geliyor artık tutamıyorum dedim. Niye tutacaksın ki ne güzel işte dedi. O an
başımdan aşağı kaynar sular döküldü desem yalan olmaz. Hemen muayene etti ve
zaman geldi dedi. O ana kadar kendi özel odamda annemle ve eşimle olmak
inanılmaz rahatlatmıştı beni. Bir tekerlekli sandalye ile beni doğumhaneye
götürürlerken eşim de gelsin demek aklıma gelmedi malesef. Şimdi konuşuyoruz
bazen o da keşke gelseydim diyor ama o kargaşada kaynadı gitti.
Doğumhaneye
girdiğimde bir süre dolandım sonra masaya çıktım. Taş gibi sertti. Doktorum,
hemşire ve ebeler bana ne yapacağımı anlattılar. Sancı geldiğinde haber verdim
ve herkes başıma üşüştü, masanın kollarına tutunup var gücümle ıkınırken içimde
bir hareket olduğunu hissettim. Bu arada 1 saat boyunca hastaneyi inleten ben
doğumda bağırmadım! Meğer ıkınma hissimi tutmaya çalıştığım için o kadar
ağrılıymış sancılarım. Ikınmaya başladığım anda ağrı neredeyse kesildi. Sancı
geçtiğinde biraz dinlendim ve o sırada bebeğimin başını çevirdiğini söylediler.
İzlediğim onlarca doğum simülasyonu videosuna göre bu zamanı geldiğinde olması
gereken bir şeydi. O an herşeyi yolunda gideceğine olan inancım yeniden geldi,
ikinci sancı geldiğinde doktorum ittir bebeğini Sinem dedi. Biraz zorlandım ama
tek seferde kafası doğum kanalından geçip çıkmıştı bile. Yine diğer sancıya
kadar bekledik yaklaşık 1 dakika kadar. Son sancıda bir balık gibi vücudunun
kayıp geçişi, o anki başarmış olmanın rahatlığı, ilk ağlamasıyla beraber onu
ilk görüşüm... Herşey öylesine harikaydı ki, iyi mi diye sordum doktorum çok
iyi dedi ve kafamı masaya geri bıraktım. Kısa ama yorucu bir savaştan
çıkmıştık. Gözlerim dolmadan önce saate baktım 19.44’tü.
Sonradan saati
19.37 yazmışlar ama doğru ya da yanlış o gördüğüm dijital saatin kırmızısını
asla unutmayacağım.
Herşeyin bu kadar
çabuk olup bitmesine inanamamıştım. Doğumhaneye girdikten 5 dakika sonra
bebeğimin çığlığı ortalığı yıkıyordu. Kısa bir süre sonra bebeğin eşi doğdu ve
2-3 ufak dikiş atıldı. 5 senelik aşkımızın meyvesi 2980gr, 49cm olarak dünyaya
gelen şiş suratlı bir kız bebekti. Doğduğu an yarı baş aşağı dururken gördüğüm
ekşi surat hiç gördüğüm diğer yenidoğan bebeklere benzemiyordu. Sadece ayakları
morarmış kafası ve vücudu pembe renkteydi. Ağlayan suratını gördüğümde onun
eşimin bir kopyası olduğunu düşündüm. Hala herkes bana benzediğini idda etse de
bakışları aynı Uğur. Kaşlarını her çattığında babasının kızı diyorum :)
Sağlık
kontrollerinden sonra giydirip yanıma getirdiler. Masa dümdüz olduğu için
kucağıma alamadım, hemşireler yüzüme değdirdiler. O anda yanaklarımın ne kadar
soğuk, onunsa ne kadar sıcak olduğunu farkettim. Üşüyecek dedim, götürün. Benim
doğumhaneye girişimden 15 dakika sonra kızımızı babasına vermişler. Daha haber
telefonlarını bile bitiremeyen Uğur şaşkınlıkla kucağına almış. Daha odaya
gelir gelmez etrafa bakmaya başladığını ve dilini çıkarıp durduğunu söylüyor :)
Kısa bir süre
sonra da ben yine yürüyerek girdiğim gibi yürüyerek doğumhaneden çıktım. Yine
de prosedür gereği doğumhane kapısında tekerlekli sandalyeye oturttular ve
odamıza döndüm. Annem beni kapıda bekliyordu, herkesin yavrusu kendine tabii :) Uğur acıkmış bu seni aranıyor dedi. O
şaşkınlıkla sarılıp öpüşmeyi bile unuttuk :) Yatağa oturur oturmaz emzirmeye başladım,
sanki karnımda bir yerlerde meme varmış da çalışmış gibi hemen emmeye başladı
ve 45 dakika ayrılmadık. Hatta o sırada ilk ziyaretçilerimiz bile geldi.
Ertesi sabah 9da
doktorum çıkabileceğimi söyledi ve sarıldık. Ama keyfine düşkün çocuk doktoru
1.30da bebeğimizin topuk kanını aldığı için boşu boşuna yarım gün daha
hastanede kalmak zorunda kaldık. 2.30gibi hastaneden çıkmıştık sanırım. Eşim
eşyaları bense bebeğimizi aldım ve eve geldik. Annem akşam 10da onu eve
gönderdiğimiz için meraktan uyuyamamış yemekler yapmış evi seksen kere
temizlemişti :) Eşimle
beraber iki başımıza böyle bir maceraya atıldığımız için halen herkes bize uzaylıymışız
gibi bakıyor ama biz, bizbize olmayı seviyoruz.
Bizden kısa bir
süre sonra kayınvalidemler İstanbul’dan geldi. 5 günlükken annem işi sebebiyle
İstanbul’a dönmek zorunda kaldı, 9 günlükken de kayınvalidemler döndüler. 10
günlükken ilk banyosunu babasıyla birlikte yaptırdık. 26 günlükken de ilk kez
dışarı hastane dışında bir yere gitmek için çıktık. Bugünse kızım 4 haftalık
oldu. 10. ile 20. günler arası benim için biraz yorucu ve hafiften depresifti.
Dikişlerimde oluşan hafif enfeksiyon da buna tuz biber oldu ama 22. günden
sonra herşey çok daha kolay olmaya başladı. Hala küçük hanım biraz uykusuz,
hafif gazlı ama o kadar olur değil mi :)
Bizleri bu
macerada yalnız bırakmayan, bizzat gelerek, telefon açarak, mesaj atarak ve
kalpleriyle her an destek olan tüm dost ve akrabalarımıza teşekkür ederiz.
5 yılı aşkın
süredir aynı hayatı paylaştığım sevgilim... Ağzından girdim burnundan çıktım
ama bak sonunda nasıl da senden benden bir parça çıktı ortaya değil mi :) İyi ve kötü her anımda, her şekilde ve
her durumda yanımda olduğun için, her zaman elimi tuttuğun için, beni dünyada
en iyi anlayan insan olduğun için, beni hep çok sevdiğin ve kendini çok
sevdirdiğin için, düştüğümde bana gülmediğin için, ağladığımda omzuna
salyalarımı akıtmama izin verdiğin için, en sevdiğim filmi izlerken
sıkılmadığın için, kedinin kumunu temizlediğin için, eve gelirken süt aldığın
için, asla anlamayacağımı bildiğin elektrik devrelerini bana bin defa
anlattığın için, taklidimi çok kötü yaptığın için, komik dansların için, burnumun
ucunu sızlatan herşeyi ve beni güldürecek herşeyi bildiğin için, sırtımı sana
güvenle yaslayabildiğim için, her zaman fedakar olduğun için, bana yaşattığın
tüm güzel günler için, kocam olduğun için... herşeyden önemlisi bu dünya
tatlısı ekşi suratlı kusmuklu kızı bana verdiğin için sana binlerce kez
teşekkür ediyorum.
Seni çok
seviyorum.
39+0 günü doktora giderken |
Neyse ki Ankara'nın karı çok uzun sürmedi, 2 hafta önce 2 gün yağan karlar hala etrafta ama yine de tehdit edici bir durum yok, zaten beni sokağa çıkaran da yok. Doktor kapısında bile 'iyi bari dışarı çıkabiliyorsun' diyen kadınlarla konuşuyorum. İyi de doktora da mı gelmiyim kardeşim? Doktor eve geliyorsa alsın ultrason probunu gelsin, çayımız kekimiz var.
Son günler yaklaştıkça her gün bin defa çalan telefonlar, geç açınca paniklemeler, 'nerdesin dışarda mısın hastanede misin'ler ama aslında evde oturuyor olmam, panik olmasınlar diye hiç kimseyi artık arayamıyor olmam ve bir türlü sinyal vermeyen kızımla ufak bir sinir buhranı geçiriyor olduğum doğrudur.
Hem herkesin ilgileniyor olması hoşuma gidiyor elbette ama insanların paniği, endişesi, aşırı heyecanı beni yoruyor. Bütün bu hisleri benden fazla yaşadıklarını ısrar etmelerine anlam veremiyorum. Öyle bile olsa bari bana söylemeyin kardeşim, bugün yarın doğuracağım ben farkında mısınız? Beni sakinleştirmeniz gerekiyor!
Bütün bunların dışında iki gün sonra 40. haftamız bitiyor. Doktorumuzdan duruma göre 3-5 gün bekler sonra müdahale ederiz mesajını aldığımdan beri bugün-yarın doğuracakmışım hissim kayboldu gitti. 2 hafta önce, 'çok beklemez bu kız' diyordum ama artık ne hissettiğimden emin değilim, beni yanılttı kerata :)
Benim kendimi doğurmak üzereyim zanneden bedenim ve söylemlerim yüzünden herkes panik ve tetikte. Eşim kaç gündür evde yıllık izninde, izin bitecek ve hala doğurmamış olacağım diye kara kara düşünüyoruz. Bir yandan da ne kadar durursa kardır diyoruz. Bir garip haller içindeyiz.
Kedimiz ceviz bana inanılmaz bir nefret duymaya başladı, üstüme üstüme söyleniyor geçerken bir tane patlatıveriyor bazen. Bazen de yanıma gelip karnıma bakıp mır mır birşeyler söylüyor ya da bana şevkat gösteriyor. Doğuracağımı anladı artık sonunda sanırım.
38. haftaya girerken 'haydi bakalııım her an gelebilir' diye kendimizi fazla hazırlamıştık ama bu geçen 2 hafta içinde olayları akışına ve hayrına bırakmayı kabullendik sanırım. Yine de düşündüğüm, düşündüğümüz tek şey 'doğum' gününü sağ salim ve en iyi şekilde atlatıp atlatamayacağımız. Yoksa doğumda kimler burada olacak, kimlere haber verilecek, duyuru nasıl yapılacak, hastane süslenecek mi, evde bize kimler yardım edecek, ne kadar kalacaklar, sıraya mı girecekler, uç uca mı dizilecekler, nerde yatacaklar, yerlerde mi yuvarlanacaklar pek umurumda değil kusura bakmayın. Hele ki 'doğuma giderken bana haber ver'ci bazı uzak tanıdıklarımıza telefonda birşey söylemiyorum kırılmasınlar diye ama yani :D neyse :)
Lütfen biraz da bebeğimizi, beni ve eşimi düşününüz, heyecanımı sevincimi belli edeyim derken bencilleşmeyiniz ey insanlar :)
37+2'de çekilen fotoğrafımız |
Son zamanlarda bir kanguru olmayı hayal eder oldum. Özellikle de karnımın tepesindeki tekmeleri hissederken orada bir fermuar olsa da o minnak ayacıkları tutup sevsem istiyorum. İçimde kızıma vermek istediğim öyle büyük bir sevgi birikti ki daha şimdiden, karnıma sarılıyorum onu sevmek için ama bir türlü olmuyor.
Sonra yine aklıma
kanguru fikri geliyor, karnımdan çıkarıp bir kere sarılıp geri koysam diyorum.
Bir de özlem var tabii. Daha görmeden nasıl bu kadar özleyebiliyorum bilmiyorum.
İçimden artık gelsen de kavuşsak diyorum bazı sabahlar kızımla konuşurken ama
sonra dilimi ısırıyorum, aman diyorum vaktini doldurana kadar kalsın içimde,
iyice büyüyene kadar sömürsün beni.
Normal hayata
dönecek olursak, bebeğimizin odası ve eksikleri yaklaşık 2 hafta kadar önce
bitti. Arada hayal kurup rahatlamak için odasında vakit geçirmek bu aralar en
sevdiğim şey. Artık son 2-3 haftamız kaldı ama sanki o kadar beklemeyeceğiz
gibi hissediyorum. Doğumla ilgili tek endişem sağlıkla kızıma kavuşabilecek
miyim düşüncesi.
Bir aksilik
olmadığı sürece küçük hanımın istediği zaman normal yolla gelmesini bekliyoruz
artık.
37+4
Bu fotoğraf 2 hafta önce çekildi. Karnımın şekli her gün değil her saat bile değişiyor artık, o yüzden aradaki farkı ben de bilemiyorum. Zaman nasıl böyle su gibi akıp gitti onu da bilemiyorum. 8-9 haftalıkken sanki hiç ilerlemiyormuşuz gibi gelirdi ama 20-25'ten sonra kazın ayağının öyle olmadığını anladık. Şimdi ise az sonra büyük bir hızla inişe geçecek hız treninin en tepe noktasında gibi hissediyorum kendimi. Öyle bir heycan, öyle bir adrenalin bombası var sanki içimde diyeceğim ama bildiğin saatli bomba var.
İlk 3 ay aman kimseye söylemeyelim, aman kendimizi çok kaptırmayalım ne olur ne olmaz baskısı ile geçti. İkinci 3 ay aman birşey almayalım ne olur ne olmaz baskısı malum. Şimdi son 3 ay hatta son 1.5 ay kaldı ve hiçbirşey yetişmiyor anasını satayım! Bu resmen anne-baba adaylarının iki ayakları bir pabuca girsin diye içimize yerleştirilmiş bir korku. Belin seni 2 saatten fazla taşıyamayacak duruma geldikten, onca ay bekleyip de en heycanlı hevesin kaçtıktan sonra hazırlanmaya başlasan neye yarar? Allah korusun ama sanki bebeklerini vaktinden önce kucağına almak zorunda kalan ya da kaybeden aileler 'tüüh o kadar da masraf yaptık' mı diye düşünürler sanki? Daha mı az üzülür insan hiçbirşey almamış olursa. 'Aman neyse ki bişey almamıştık' diye mi avutur kendini?
Hazır içimde hevesim varken çok erken dönemlerde başladım bebek alışveriş listesi hazırlamaya. Bu tür konulardaki paniğimi ve dehşetimi bildiğinden Uğur da çok ellemedi beni. Neredeyse 2 aylık bir fizibilite çalışması sonucu alınacak herşeyin en iyisini, en kalitelisini ve en kazık olmayanını bulup 4 sayfalık bir liste çıkardım. Bir gün onu da paylaşacağım söz.
O zamanlar araştırma yapmam bile tüm ailede tepki yarattı. Çok şükür bu günlere geldik, bebeğimizin odasını hazırladık, kıyafetlerini aldık (hatta bayramda annem yıkadı, ütüledi, kokladı mis gibi yaptı sağolsun). Şimdi geriye benim ihtiyaçlarım, bebeğin ufak tefek araç-gereci kaldı. Önümüzdeki haftalarda aklımda bebek odasına eklemek istediğim el yapımı bazı şeylerim var, bir de hastane çantasının hazırlanması. Elbette ki eksikler bunlarla bitmiyor ama en azından acil ihtiyaçlar tamamlandı. Programsız ve hazırlıksız olmayı sevmeyen bir insanım ve bundan çok memnunum :)
Bir de son günler yaklaştıkça 'şimdi sana zaman geçmek bilmez' dürtelemeleri başladı. Niye geçmesin canım? Gayet geçiyor hatta fazla hızlı! Bu günlerin tadını çıkarmak istiyorum ama genelde kafam da elim de meşgul oluyor. Başka bir gün insanların olumsuz dileklerinin ne kadar rahatsız edici olduğundan bahsedeceğim, bu konu da oraya bir not olsun.
Bunların dışında hayat bana güzel, hala sorunsuz sıkıntısız geçiyor günler. Bilgisayar başında oturmak sırtımı ve popomu ağrıtmasa daha çok yazacağım ama pufidik koltuklarla bütünleşmek istiyorum :)
24. hafta , 5. ay , bebek , bebek hareketleri , fashionsletter , hamilelik , pril
24. hafta | deneysel
Kendimi hamile zannettiğim bir iki seferde oturup karnımla
konuşmuşluğum vardır, itiraf ediyorum. Ama
nedense şu ana kadar dikkatlerden kaçmayacak büyüklükteki karnımla bunu
yapamadım. Müzik dinleteyim dedim o bile mantıksız geldi. Ne olduysa bu hafta
oldu işte. Hanımefendinin günlük egzersiz rutinine iyice alıştığımdan mıdır, “kafası
şurda, poposu burda” diye hissettiğimden midir bilinmez pek bir konuşasım var. Çok
da kafasını karıştırmayıp, onunla konuştuğumu anlasın diye sadece ismini
sesleniyorum o da bana tepki veriyor sanırım. İlginç deneysel çalışmalarımız
var bu günlerde. :)
Pril’in günlük egzersiz rutini şu şekilde; sabah 10.30’da
uyandım ben tekmesi, 12’de yarım saatlik taklalar, 16’da sürüsüne bereket tekme
ve gece yatarken mıkırdanmalar, bir iki tekme, hoop susun artık uyuyacağım hareketleri.
1 aydan fazladır her gün bu şekilde haberleşiyoruz.
Diyorum ya “ama bu hafta” diye, bu hafta daha sık müzik
dinletmeye ve seslenmeye başladım. Özellikle sabah yataktan kalkmadan, O henüz
sakinken başlıyorum. Çok geçmeden bana cevap veriyor. :) O cevap verdikçe ben daha çok
sesleniyorum ve içimi büyük bir heyecan kaplıyor. Her gece rüyamda ilk
karşılaştığımız anı görüyorum.
Geçen hafta eşim odasını boyadığından beri her gün mutlaka
odasında yarım saat geçiriyorum. O’na bir şeyler örüyorum veya bebek bakım
kitaplarımı karıştırıyorum. İnanılmaz huzur veren bir yer oldu ama şuan maalesef
evimizdeki inşaattan ötürü pek de bebek odası gibi görünmüyor. Yine de duvarın
rengindeki değişiklik hayal kurmak için bana yetiyor. :)
1.ay , 4.hafta , bebek , biz , fashionsletter , hamilelik , pril , sinem uğur
4. Hafta Yazısı | İlk Haber
2008 |
Evlilik sözü cümle içinde kullanılmaya başlandığı anda bile çoğu insanın aklına bebek geliyor. Hele bir de evlendikten sonra girilen her ortamda bebek konusu açılmaya başladı mı, eğer çok da aceleci değilseniz biraz rahatsız edici olabilir –bizde olduğu gibi-. İçinizden insanların ağzına ağzına vurmak gelse de, kibarca bunun kararının başkalarına kalmadığını belirtmekte fayda var.
Şimdi size biraz biz’den bahsetmek istiyorum…
2008 Kasım ayında evlenip İtalya’ya yerleştikten sonra eşimle harika bir 3 sene geçirdik. Gezmediğimiz şehir üstüne gezmediğimiz ülke kalmadı. Yemek, içmek, gezmek ve alışveriş arasında hep bir eksiklik hissettik ama bizim için çoğalma fikri henüz erkendi. Hakkımızı Türkiye’ye saklamaya karar verdik. Lay lay lom seneler geçti ve Ankara’ya yerleştik. Aman yeni ev, yeni şehir, yeni hayat derken 1.5 sene sonra beklediğimiz haber Mart ayında kapımızı çalmış meğer.
10 Nisan’da artık rutine binmiş kan testimde hamile olduğumu öğrendiğimde afalladığımı hatırlıyorum. Telefondaki hemşire Beta HCG değerimin 52 nokta bilmem kaç olduğunu söylediğimde heaa gene mi olmadı diye sesim düşmüştü. Siz siz olun internete girmeyin. Aman efendim komşu teyzenin eltisinin değeri 250 imiş de, en az 100 küsür olmalıymış da bilmem ne. Ben oracıkta şalterleri indirmeden sağ olsun “yok yook gayet normal bir değer, pozitif yani hamilesiniz” diye bir ses geldi telefonun diğer ucundan. O an ışınlanmanın hala icat edilmediğine bir kez daha saydırdım, saniyeler içinde önce gidip hemşireye sarılıp öpmeli, bir küçük altın iliştirmeliydim. :) Sonra eşimin yanına gitmeli, beraber sarılıp ağlamalı, “vallahi hamileyim yaa” diye sarsalamalıydım onu.
Yine de çok şükür 100 yıl öncesinde yaşamıyoruz. Haberi bir kuşla göndermek veya hamile olduğumu anlamak için 6 ay beklemek zorunda kalmadım. Hemen eşimi aradım ama maalesef yerinde yoktu. Yaprak gibi titrediğimi ve ağladığımı hatırlıyorum. İlk olarak kuzenim Merve’ye verdim haberi. O da dahil olmak üzere ağlayarak aradığım herkes “üzülme bir dahaki aya” sözlerini hazırlamıştı belli ki. “Merveeee ay hamileyiiiim hüüü” diye çığlıklar atarken o da bağırıp “anneeee hamileymiiiş” dedi teyzeme, sonra “anneni aradın mı” dedi ve suratıma kapattı!?! Hevesi kursağında kalmak değil, hevesini kursağına sokmak ardından bir top çorap tıkıştırmaktı bu. Kendisine burdan selamlarımı gönderiyorum. :)
O anın şaşkınlığıyla annemin hakkını yediğini düşünmüş olsa da hala aramızda “ilk beni aradın, beni beni bihterini” repliği hala sık sık geçiyor. Telefonu kapatınca tekrar eşimi aradım ama hala yerinde yoktu ve heyecanım boğazımdan fışkırmak üzereydi, annemi aradım. Annem benim gibi evde oturmayan aksine çok yoğun çalışan bir kadın. Acaba telefonunu açabilir mi, acaba konuşabilir mi derken şans benden yanaydı. Yine! Ağlayarak “anneeeiiiüüü” dedim ve haberi verdim. Annemin yanında çalışan kızlar uzak bir yerden “a aaaa” diye tepkilerini belirttiler, artık ne kadar bağırdıysam. Sevincimizi paylaştık ve kapattık. Bir süredir çocuk sahibi olmaya çalıştığımızı bildiği halde annem şoktaydı. 38 beden anneanne mi olur kafasında olduğunu hissediyorum hala bazen. :)
Sonra yine eşimi aradım yine yoktu ve hala titremeye devam ediyordum. Kayınvalidemi aradım. Kendisi anneme göre daha tontiş ve uzun süredir babaanne olmaya hazır hissediyordu kendisini. Beraberce ağladık, bayağı ağladık. Şimdilik, en azından tehlikeli bilinen dönem geçene kadar başka kimseye söylememeye karar verdim. -düzeltme; bu arada arkadaşım Göksu'yu da aramıştım ama unutmuşum, neyse ki "ben niye yokuuum?" diyerek hatırlattı :)-Yaklaşık 3 saat sonra eşimle konuşabildiğimde titremem geçmişti, yanındaki insanlardan dolayı istediği tepkiyi verememişti o da. Keşke akşamı bekleseydim diye düşündüm, heyecanımdan daha hoş bir haber verme organizasyonu yapamamıştım maalesef.
Akşam eve geldiğinde uzun uzun sarıldık, el ele oturup boşluğa baktık gülümseyerek, hayaller kurduk. Her şeye hazırlıklı olma, kendimizi çok kaptırmama fikrini biraz abartmış olmalıyız ki 3.5 ay olana kadar pek fazla konuşmadık bu konuyu, heyecanımızı içimizde tuttuk. Ama 3-3.5 ay geçtiğinde zembereği boşalmış gibi içimizdeki enerjiyi sevinci heyecanı kustuk. O günden beri bizi tutabilene aşk olsun. :)
Maşallah’larınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz efendim :)
Hiçbir zaman düzenli bir blog yazarı olmadım kabul ediyorum. Ama bu seneki “mola”mın sebebi tamamen farklı. Bu kez benim için dünyanın, algımın ve ağırlığımın merkezi göbeğime kaymış durumda. Sürpriiiz demek isterdim ama benim için zaten beklenen ve çaba gösterilen bir zaman diliminin sonucunda kavuştuğum bir mutluluk oldu. Şu an karnımdaki yolculuğunu yarılamış bir kız bebek annesi adayıyım.
Önceden de hep meraklıydım ama hamilelik insanın algısını çok büyük bir hızla değiştiriyor. Benim için dünyadakilerin yarısının hamile, kalan yarısının bebek olarak görüldüğü abartılı benmerkezci dönemimi usulca bi köşede atlatıp yeniden aranıza dönmeyi bekledim. Şimdi sanırım daha normalim. Yine de içimde birilerine anlatılmayı bekleyen sabırsız cümlelerim var.
Yolculuğumuzun ilk yarısını çok iyi geçirdik (maşallah!). Bulantı, kusma, halsizlik, bütün kokuları alma vb aklınıza gelebilecek hiçbir şey yaşamadım. Hatta düzenli ve dengeli beslendiğim için 2kilo kadar zayıfladım. Yıllardır tombiklikten kaybolmuş çene kemiğime bile kavuştum. Şimdilerde ise problem olarak görülebilecek şeyler hafif tansiyon düşüklüğü, çatlaklar ve alışveriş yapma arzusu.
Algım tamamen hamilelik ve bebek üzerine kaydığı için blogu bir süre askıya almak akıllıca oldu. Zaten araştıracak, keşfedilecek ve öğrenilecek o kadar fazla şey var ki başka hiçbir şey için zamanım yokmuş gibiydi.
Eşim fotoğrafçı olmasına rağmen halen doğru düzgün bir şeyler çekebilmiş değiliz. Telefonla çekilmiş bir fotoğrafı da buraya koymak benim huyum olmadığından en kısa zamanda bir çekim yapmam gerektiğinin farkındayım.
Normalde pek kullanmasam da bu dönemdeki paylaşma dürtümü Instagram, Twitter ve Facebook’tan takip edebilirsiniz.
Not: Şimdilik kendisinden Pril diye bahsediyoruz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.
-
#anlatananne | Sut meselesi - Çoğu annenin hiç düşünmüyormuş gibi yaptığı ama gün içinde 1534862 kere düşündüğü, sanki anneden daha çok önemsiyormuş gibi her allahın kulunun sorguladığ...8 yıl önce
3 Comments